Lokanta; İtalyanca bir kelime, yemek yenilen ve yatak da kiralanan hanları tanımlayan bir kelimeydi. Sonradan dilimize yerleşti ve bizim klasik yemek yediğimiz işletmelere verilen genel ad olarak kullanıldı.
Sonra ne olduysa birdenbire restoran oldu bizim lokantalar. Peki Restoran kelimesi nereden geliyor? Restaurer, yani restore, yani yenilemek-onarmak manasında kullandığımız o kelimeden geliyor.
İşte ne olduysa; yemek yenilen yer anlamına gelen lokanta kelimesini yenilemek ve onarmak anlamına gelen restoran ile değiştirince oldu.
Hatırlar mısınız o eski lokantalarımızdaki çalışanları?
Kapıdan nazik bir şekilde karşılanırsınız, size uygun bir masa gösterilir, ne yiyeceğiniz kibar bir dil ile sorulur, o tertemiz giyinmiş beyefendi veya hanımefendiler yemeklerinizi ve içeceklerinizi sizi rahatsız etmeden-tane tane masaya hassasiyetle indirir, afiyet olsun der ve çekilir. Öyle değil miydi?
O lokantaların sahibinden kasiyerine, ustasından servis personeline kadar hepsi tertemiz giyimli, düzgün saç sakal tıraşını olmuş insanlar, özellikle servis elemanları kravatı da eksiksiz takım elbiselerini giymiş, tabir o ki eli yüzü düzgün, son derece akıcı ve ne dediği anlaşılır düzgün konuşan insanlar, Türkçeyi doğru kullanan insanlardı. Hatırladınız değil mi?
Peki restoran olunca ne oldu?
Rostorana giriyorsunuz, siz mi geldiniz, it mi geldi belli değil. Kirli bir masaya oturuyorsunuz, masa siz oturduktan sonra kötü kokan bir bez ile siliniyor. Daha size hiçbir şey sorulmadan; 2 lira 50 kuruşa aldıkları ama sizin ödeme makbuzuna 40 lira yazdıkları şişe suyu getirip masanıza indiriyorlar. Bir diğeri geliyor, maydanoz ve türevlerinin ayrı ayrı olduğu birkaç tabağı masaya çatur çutur bırakıyor, kafanıza atsa daha hallice bir durum olur gibi…
Nihayet şef garson geliyor, yüzünüze asla bakmak yok, diğer masaların durumlarını çok merak ediyor edasıyla ve size, “Bakın restoran çok yoğun, ne yiyecekseniz hemen hızlıca söyleyin, yiyin ve kalkın” der hareketleriyle, “Boba ne yiyeceeeniz?” diye soruyor. Ananı tanımıyorum yavrum, baban olma ihtimalim sıfır demek yerine ne yiyeceğinizi söylemeyi tercih ediyorsunuz.
Hizmet sektörünün en zirve temsilcileri olan lokantalarımızın restoranlara dönüşmesinden sonra o kravatlı, takım elbiseli, düzgün konuşan, eli yüzü düzgün ağabeyler-ablalar gitti, yerini böyle soytarılar aldı.
Mesele sadece çalışanlarla sınırlı değil, o restoranların sahiplerinin de davranış ve hareketleri de incelenmesi gereken ayrın bir psikolojik vaka!
Eline bir bıçak bir parça da et alan ete yapmadığını bırakmıyor. Önce ete şaplak atılıyor, sonra akrobatik göründüklerini düşündüklerini hareketlerle kertenkele danslarını aksesuar olarak kullandıkları et ile birlikte yapıyorlar, e sonunda dili katletmeden olur mu? “Yörü bubaaaa bugün de bunu yiyciiik, herkesi bekliiiiyyyk ha bıraaaa…”
Nohutçu yahu nohutçu, el arabası üstünde nohut satıyor adam, götünü yırtacak bağırmaktan, “Yörü bubaaaaaa, seni yakıyyymmııııı, yanıcın mıııı, yanmıycın mıııı, nohutçu babanız sizi bekliy haaaaaaa…”
Şimdilerde bir tane daha peydah oldu. Eğitim durumu nedir, kimdir, nerelidir, nasıl bir kişiliktir bilmiyorum. Bilenin de olduğunu sanmıyorum. Gördüğüm kadarıyla tek yetisi, zaman ve mekan fark etmeksizin hemen her yerde mabadını yırtarcasına bağırmak, “Noluy la bıııuuuurdaaa?”
“Noluy la bıııuuuurdaaa?”
Yakasına bir mikrofon, eline bir kamera, mekan mekan geziyor, reklam yapıyor. Sosyal medyadan 100 bini aşkın takipçisi var, mekanların reklamlarını yapıyor ve para kazanıyor iyi mi?
Ne yapıyor, nasıl kazanıyor peki bu parayı?
Mekana giriyor, mekan sahibi ya da şefinin yanına gidiyor ve bağırıyor, “Noluy la bıııuuuurdaaa?”
Başka bir tanıtım ya da marifet görüyor musunuz?
Bu arkadaşlar, Antep Şivesi’ni ki Antep Şivesi değil Antep Ağzı’dır o esasında, katlettiklerinin farkına varmalı. Tiyatrocusundan gazetecisine, otel işletmecisinden restoran işletmecisine kadar memleketin hemen her kademesinde yer alan bir sürü soytarımız türedi. Bunlara dur demezsek yeteneği olanların soytarılar karşısında yenik düştüğü, mağdur olduğu bir toplum haline dönüşeceğiz.
Okullardaki “Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi” dersinin Ahlak Bilgisi kısmını yok sayıp sadece “Din” kelimesine odaklandığımız gerçeğinin neticeleri yüzümüze bir bir çarpıyor. Gençlerimiz, esnafımız, işletme sahiplerimiz, siyasetçilerimiz, gazetecilerimiz, sanatçılarımız ve daha birçok kesimi temsil eden birçok kişi her geçen gün yeni bir soytarılık örneği daha ortaya koyuyor.
Ahlaksızlığın sosyal medya fenomenliği olarak tanımlandığı böylesi bir çağda, Ahlak Bilgisi’ni bu derece görmezden geldiğimiz bir zamanın yepyeni bir yılının ilk gününden sesleniyorum size; hepinize ahlaklı bir yıl diliyorum.